Güvenlik Güvenden Önce mi geliyor?

Hayatlarımız bambaşka, hayata bakış açılarımız bambaşka, köklerimiz başka, toprağımız başka… ebeveyn olarak da başka başkayız ama şu konuda aynıyız: yavrularımız güvende olsunlar, zarar görmesinler.

99-330025634418475003304461

Bunu algı biçimimiz, güvenliği sağlama yolumuz hatta güvenlik anlayışımız da başka başka, evet. Ama ortak isteğimiz güvenlik.

O meşhur “sana güveniyorum ama… ” bu isteğin yansıması. “Beni bir bıraksalar güveneceğim ama.. çevre kötü, güvenlik yok, ortalık garip kötülükler kaynıyor, neler  duyuyoruz neler….” liste böyle uzar gider.

Biz sokakta oynayarak büyüdük. Eve, yatmadan yatmaya girerdik. Komşu kapıları evimizin kapısından farksızdı. Belirli bir çemberde “mahallede” olduğumuz sürece ailelerimizin güvenlik endişesi yoktu. Bizim neslimiz büyüdü ana baba oldu. Şimdi hepimiz biliyoruz sokakta oynamak kıymetli. Çok şey öğrendik biz “sokak arkadaşlarımız”dan, sokak oyunlarından. Gel gör ki kaçımız çocuğunu sokağa emanet edebilecek kadar güveniyor kendine, sokağına, komşusuna? Çocuğa güvendik tamam da gerisi? Peki bu bizim yavrumuzla ilişkimizi nasıl etkiliyor? Peki gelişimini?

Bugün bunlara değinen güzel veriler barındıran hoş bir yazıya rastladım. Yankı Yazgan Birgün’e yazmış. O biraz sosyal boyutundan dem vurmuş. Ben daha küçük ölçekte bakıp minik alıntılar yapacağım. Yazının tamamını aşağıda bulabilirsiniz.

Güvenlik yoksa güven de yok

“Güvenlik ihtiyacının hızla arttığı, korku ve kaygının egemen duygu olduğu, kendine ve başkalarına güvenin sarsıldığı bir zaman diliminde yeni kuşakların gelişimi nasıl etkilenecektir? ” diyor başlarken günümüz şartlarını sıraladıktan sonra.

“Tehlike gerçektir korku ilüzyon” bunu bir yerlerden duymuş olmalıyım. Sevmiş, not etmiş zihnim. Korku söz konusu olunca bu dosya açılıyor. Korkmak seçim. Tehlikeyi nasıl ele alıp ne tepki vereceğimizi biz seçiyoruz. Siz var olan güvensizlik ortamında hangi tepkiyle devam ediyorsunuz yola? Bu çocuğunuza olan tutumunuzu nasıl etkiliyor? İstemediğiniz şeyler yaptırıyor mu korku size? Bunu yapmamak için bir şeyleri değiştirmeyi denediniz mi?

Kendinizle sohbet etmeniz için bırakıyorum bu soruları buraya. Dilerseniz cevapları bana da yazabilirsiniz, muhabbet ederiz 😉

“Çocuk yetiştirme alışkanlıkları toplumun işleyişine ilişkin ipuçları taşır. ” “Kriz dönemlerinde, toplumsal uyuşmazlık ve çatışmaların öne geçtiği durumlarda, sorunlara nasıl yaklaşılacağının ipuçlarını, anneler ve çocuklarına bakarak bulmayı deneyebiliriz.”

Bu noktalar çok derin şimdi dalmak istemiyorum ancak şunu iliştirip geçeceğim “Cehaletin en büyük korkusu kadındır çünkü kadın öğrenirse çocuklarına da öğretir.

“Annelerin çocuklarına nasıl yaklaştığını inceleme amacıyla Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülkede 2006-7’de yapılmış bir araştırma (Singer ve Singer, Unilever kampanyaları için), ülkemiz annelerinin çocuklarını büyütürken nasıl düşündükleri ve davrandıklarını başka ülkedekilerle kıyaslamalı olarak gösteren ilginç bulgular ortaya çıkartmıştı. ”

“Temel sorular, çocuklar ev dışında oynamaları, bunun yararları, ve ne ölçüde mümkün olduğu üzerine kurulmuştu.

Çocukların (evin) dışında özgürce oynuyor olmasının önemini net ve doğru biçimde kavrayan annelerin oranı ülkemizde % 86 iken (dünyadaki en yüksek oran), Türkiye’deki çocukların evden dışarıda, parklarda, bahçelerde, sokakta oynama oranlarına baktığımızda gördüğümüz oran ise, çarpıcı biçimde düşük: %28 (dünyadaki en düşük oran, dünya ortalaması % 60).

‘Çocuklar oynamalı, çok faydalı; ama bizimkiler değil’ anlamına gelen çelişkili bir sonuç. Peki, ama neden?

Çocuklarını kendi kaygıları sebebiyle evde tuttuklarını, “sokağa, dışarı salmadıklarını” söyleyen annelerin oranı dünyada % 45, Türkiye’de % 83.

Annelerimize “Peki ama sizi tam olarak ne kaygılandırıyor ki, çocuklarınıza yararlı olduğunuza inandığınız halde, onları yaşayarak öğrenme hakkından yoksun bırakacak biçimde evde tutuyorsunuz, dışarı bırakamıyorsunuz” diye tek tek sorulduğundaki yanıtlar, annelerin düşünüşlerini ve duygularını yansıtıyor:

“dışarısı güvenli değil (Türkiye % 83, dünya %65),

bir yerlerine bir şey olur, düşer bir taraflarını incitirler (Türkiye %75, dünya ortalaması %57),

(üşütür) hasta olurlar” (Türkiye %48, dünya ortalaması %31)…”

Bu oranlar başlı başına endişe sebebi. Ülkedeki anneler biliyor ama uygulamıyor ve bunun için “çok doğru” sebepleri var, her zaman. Bu son dönemlerde annelerde gözlemlediğim ve şaşırdığım bir konu. Ben sağlık emekçisi olduğum ve yavrularıyla ilgili en kritik anlarda analarının tutumunu görme fırsatım olduğundan sana şunu çok net söyleyebilirim dünyalı dostum “anneler çok şey biliyor ama işine geldiği gibi uyguluyor”  İnsanlar kitaplardaki şeylerle konuşuyor, yazıyor “o yazar” oluyor adeta ama gerçekler “çalınmış minare ve yazarın imzasıyla uydurulmuş kılıf”.

Çocuklar için her şey “tehlike”. Biliyoruz çocuk sokakta oynamalı ama “üşütür”. Biliyoruz çocuk düşe kalka öğrenir ama “düşer bi yerine bişi olur”.

Böyle böyle etrafımız “mükemmel sosyal medya anneleri”yle doluyor. Hepimiz süper donanımlıyız ve her konuda saatlerce konuşabiliriz ama… ama sı yok işte “çocuğa güveniyoruz da çevre kötü”.

Ha biz bu hale nasıl geldik? İşte orasını çok deşmemek lazım. Sokaklarda çocukların öldüğü yerlerde annelerin “kapı eşiğinin ötesi tehlike” diye düşünmesini de kınayamıyor insan. O “düşer bir yeri acır, üşütür” falan derinlerde daha acı kaygılar içeriyor…

“Annelerin çoğu, çocuklarına her an bir zarar gelme olasılığını akıllarına getiriyorlar. Bu olasılıkları düşünme eğiliminin evrensel olduğunu, en çok gebelik ve doğumdan sonraki ilk birkaç yıl boyunca yoğun olduğunu gösteren sayısız araştırma var. Ancak ülkemizdeki annelerde bu kaygılar hiç hafiflemiyor. Annelerin çocukların yaşayarak öğrenmesinin önemine inanmalarına rağmen, çocuklarına zarar gelebileceği kaygısı ile, çocuğu ev dışına, kendi haline bırakmaya içleri elvermiyor.”

E bunun yanında bir de gelenek görenek hadisesi var. İlgisiz anne, umursamaz anne, pis pasaklı anne damgaları… Kendi anası, kaynanası, eltisi, görümcesi, komşu teyzesi… Kadının kadından gördüğü zulme bak! Onların beklentilerini karşılamak zorunda hissetmeyen, benim gibi “kaygısız kara gelin”ler çok az. Moda olan neyse, toplumun beklediği nasılsa, biçilen annelik rolü neyi gerektiriyorsa onu yerine getirmek zorunda hissediyor çoğu anne. “Aşı yaptırılacak yaptır, ilaç içirilecek içir, mama verilecek ver, kreşe gönderilecek gönder” istesen deee istemesen de.

““Peki, çocuklara özgürce oynama, gelişme olanağı tanınsa, ne kazanmalarını beklersiniz?” diye sorsak:

kendine güven (% 59; aynı beklenti oranı özgüven şampiyonu Amerikalılar için % 20).

Sosyal anlamdaki gelişim, yardımlaşma, işbirliği ve arkadaşlık gibi beklentiler ise, daha arka planda kalıyor (ülkemizde % 38, Amerikalılarda % 60 ).

Çocukların geleceğine dönük beklentileri (annelere) sorulduğunda ise, “daha güvenli” bir gelecek umduklarını söylemeleri de ruh hallerini yansıtıyor.”

“Ülkemizin çocuk yetiştirme kültüründe çocuğun sadece ekonomik değer taşımaktan çıkıp giderek psikolojik bir değer kazanması, hem sosyo-ekonomik açıdan farklı toplumsal kesimler, hem aynı kesimden kuşaklar arasında, çocuklara yaklaşım açısından önemli farklara yol açıyor.. Bir yanda geleneksel olarak bağımlılığı körükleyen, bağımsız birey olma yolunda yetiştirmekten uzak duran, itaate ve söz dinlemeye önem veren yaklaşım. Az ötede, çocukların özerk, kendine güvenli olmasını, yaşayarak deneyerek öğrenmesini isterken, bunun aileden uzaklaşmaya yol açacak düzeye varmasından, kopmalardan kaygı duyan yaklaşım. Üçüncü bir yaklaşım gerekli, ama henüz ortada yok.”

Üçüncü bir yaklaşım hemen sunuyorum “Başka Bir Annelik Mümkün” 😉 Önce kendimizi tanıyor, kendimizi biliyor, kendi iç sesimizi buluyoruz. İç güdülerimize güvenen ve kendi iç sesimizden başka seslere kulakları tıkayan, toplum beklentilerinden öne yavrumuzun ihtiyaçlarını koyan bir yol izliyoruz. Şöyle olacağım bunu yapacağım, böyle çocuk yetiştireceğim kaygısından kurtuluyor, çocuğumuzun iç potansiyeline, hayatın ona sunduğu hediyelere sonuna dek güveniyor ve bunu içselleştiriyoruz. Hoop gelsin özgür mutlu ve kaygısız annelik, bebeklik, çocukluk. Gelsin neşe. Özellikle toplumun beklentilerini karşılamayan “kara koyun” bir anneyseniz, azıcık aykırıysanız deli taklidi yapmanız hatta bazı zamanlarda ölü taklidi yapmanız bile gerekiyor. Okulsuz anneyseniz, aşısız anneyseniz, ilaçsız anneyseniz, azıcık yedirdiğinize içerdiğinize dikkat ediyor hatta kendiniz yetiştiriyorsanız, şeker falan olmasın, aman paketli yemesin ben evde yaparım diyen, doktora pek götürmeyen, bebeğine ihtiyacı varken mümkün olduğunca “anneli zaman” vermek isteyen, diplomalı ama “işsiz” falan bengillerden annelerdenseniz, o taklitleri iyi bilmek şart, iyi bilirsiniz 🙂

“Annelerin yaklaşımlarını, ülkemize yön verenlerin topluma bakış açısına benzetmemek mümkün değil. Ne de olsa, (Oğuz Atay’ın betimlemesindeki gibi) çocuk kalmış milletimizin ebeveyn ihtiyacı sürgit devam ediyor.”

Yazı böyle sona eriyor ve bizi tekrar başlığa bağlıyor.

Korumaya çalışırken daha çok zara vermek diye bir şey var mı?

Güvenli çevre oluşturmak mümkün mü?

Güvenlik Güvenden Önce mi Geliyor?

 

Bahsi Geçen Yazının tamamı